29 Aralık 2010 Çarşamba

İnsanları bir araya getiren...

Evet blog 3 ay 8 gündür seninle ilgilenemedim, yine tembellikten yine temebellikten...

Geçtiğimiz pazar günü üniversiteyi kazanmamdan önce tanıştığım Kayseri'de yaşayan bir arkadaşımı konuk ettim. Bu konuda biraz detay vererek başlıyorum. Bir rock forumunda tanışmıştık, birbirimizi pek tanımıyorduk ama hemen sohbet ortamlarında birden aramızda bir bağ oluştu.

Gel zaman git zaman üniversite giriş sınavı geçti, tercihlerimi üçüncü kez yapmam gerekiyordu. Üç sene boyunca ısrarla hedeflediğim ve ilk tercihlerim arasında yine astronomi ve uzay bilimleri vardı. Nedense ilk iki sene Erciyes Üniversitesi'ni es geçmişim. Srasıyla Ege, Ankara ve Erciyes astronomi bölümlerini listeye ekledim. Tercihlerin devamı yurdun her yerine dağılmış kimya bölümleri ve de puanımın düşük olması sebebiyle tercih ettiğim iki senelik bilgisayar ve elektrik-elektronik bölümlerini kapsıyordu.

Tercihler artık yapılmıştı, heyecanla herkese tercihlerimi bildirmek benim için bir görev olmuştu neredeyse. Kayseri'de yaşayan Bahadır'a da, Kayseri'yi yazdım tutarsa iyi vakit geçiririz şeklinde hoş sohbetler yapıyorduk. Tercihlerin açıklanma vakti ile ablam beni saat 9.00 civarı uyandırmıştı (Aslında sonuçları beklerken sabahladım ve heyecana dayanamayıp uykuya dalmışım.). Hiç unutmam blog ablama kimlik numaramı söyledim -yatakta uykulu vaziyette oturur haldeyim, ablam hemen yanıbaşımdaki bilgisayarda- heyacanla sonucu gördü ve "kardeşiiiiiiiim astronomi kazanmııııııııııııııııııış" diye çığırmaya başlamıştı. O çok sevinmiş, biraz şaşırmış ama içten içe acı duyuyordu. (Acının sebebi bir gün öncesinde 20'lik dişlerini çektirmiş olmasıydı :) ).

Artık sonunda muradıma ermiş bir şekilde Kayseri için gerekli hazırlıkları ve kalacak yeri ayarladık. Kayseri benim için yeni başlıyordu. Babam günübirlik geldiği şehirden ayrılmış, tamamen aileden ayrı bir hayata başlamıştım. Yurtta hergün yeni insanlarla tanışıyordum. Öyle ki, insanların isimlerini hatırlamak dahi bir çileye dönüşüyordu. Bir hafta çoktan geçmişti ve bu arada adını gayet iyi hatırladığım arkadaşıma "Ee ben geldim, artık görüşme vaktidir" teklifte bulundum. Hiç tanımadığım bir şehirde en köhne bir mahallelerden olan Konaklar'dan Anayurt'a yolculuk vakti olacaktı. Ama nasıl? Hiç bilinmeyen bir adrese otobüsle, taksiyle ya da  tramvayı kullanarak gidebilirdim. Adresi telefonumda gps yardımıyla kaydedip, sırtıma da gitarımı aldığım gibi soluğu Anayurt'ta aldım. Böylece artık yüzyüze tanışmış olduk ve muhabbetimiz gün geçtikçe daha da koyulaştı.

Şimdi tekrar geçtiğimiz pazara dönüyorum. Yazdan beri görüşmemişiz, ne bir küslük ne de bir dargınlık. İtiraf ediyorum blog; Arkadaşlarımla yeteri kadar görüşmeyi beceremiyorum ama bilsinler ki hepsinin yeri vardır hayatımda. Kusurlarımdan dolayı onlardan bir özrü borç bilirim.



Sohbet bize eşlik eden birkaç kadeh, mezeler ve ikimizinde vazgeçemediği müzikle bambaşka bir boyut aldı. Müzik keyfi beraber birkaç şarkı çalıp söyleyerek masaya oturmadan başlamıştı zaten. Dışardan bizi biri dinlese izlediğimiz tarzı yadırgardı muhtemelen. Led Zeppelin, Redd, Yavuz Çetin ve sofrada dinlediğimiz nostalji albümlerinden öne çıkan Dario Moreno ve diğerleri. Öyle ki resimde görülen iki adamda sevmiş ki bu şarkıları. İşte insanları bir araya getiren müzik. Nasıl başlamıştı hikayemiz? Bir rock müzik forumunda...

Nostalji albümü ve eskilerden konu açılınca insan ister istemez 60'lı, 70'li, 80'li yılları belki daha da eskiyi merak ediyor. Günümüz popuna karşı o yıllarda çıkan muhteşem eserler. Eski zamanlarda yaşamak istediğim geldi aklıma tekrar. Eski radyolar, gramafonlar, taş plaklar... Bu sefer kanaatimce sonuca güzel bir şekilde vardım. Tamam yeni nesiller belki eskilerde yaşamayı isteyebilir ama çağımızın bize armağanını unutmamak gerek. Evet yine insanları bir araya getiren internet. Kim inkar edebilirki bugün internetin bize sağladığı kolaylığı. Eskiler mektuplar yazardı belki haftalarca ulaşmayacak, telgraf çekerlerdi tellerine kuş kondurarak. Şimdi paylaştığım bu yazıyı yayınladığım an tüm dünya okuyabilir.

Yazmak bu kez daha da hoşuma gitti. Çünkü siz de artık biliyorsunuz sebeplerimi. Kişisel paylaşım sitelerini, sohbet kanallarını ve diğer sosyal paylaşım sitelerini kabul etmeyenlere bu yakarışlarım. Bir insanla yüzyüze tanışmadan internet aracılığıyla yüzüne aşina olmak, yazdıklarını okuyabilmek ve takip edebilmek mutluluk verici benim için.

Her zaman eskiyi  büyüklerimizin bizlere öğrettikleri şekilde, onlardan görüp dinlediklerimizle yad ederek yaşamalı, yaşatmalı ve nesliller boyu aktarmalıyız. Eski ve yeni arasındaki bu gerginliğin de bu bağlamda çözüleceğine eminim.





21 Eylül 2010 Salı

önümüzdeki güz dönemi

Yarın 3 kurluk bir süreç başlıyor. Tahmin edebilirsiniz ingilizce kursu. 3.5 ay ve 3 hızlandırılmış kur. 4 ay sonra istediğim kıvamda ingilizcem olacak umarım. İstanbul'da vakit kaybetmemiş oluyorum hem.

Bu dönem sadece sınavlarım için gideceğim Kayseri'ye. "Neden?" derseniz, ilk sene kaldığım birkaç dersin devamlarından muaf durumdayım. Geriye kalan kredimi de 2. sınıftan 2 ders alarak doldurabildim. Yazı okulunda bu işi halledebilseydim güzel olacak, 2. sınıftan tüm dersleri alabilecektim. Böyle kafaya koca taşı indireceksin tabi -"E be adam çalışsana!"- . Ama olsun hep derler bir kapı açılır, bir kapı kapanır. Hafta içi yoğunluklu ingilizce programı varmış kısmette.

Alışmaya başladım buralara. Şimdilik biraz renksiz bir blog ama yakında yeşillenir. Beni takip edin (Follow me).

20 Eylül 2010 Pazartesi

Hayat Böyle Birşey

Hey gidi blogum. Sen de benim gibisin... Manasız da olsa hayali bir insana birşey anlatmak gibi bu. Alışamadım şuraya yazmaya.

Evet annem öldü. Bunu kabullenip kabullenmemek değil mesele. O artık yok. Büyük bir boşluk yarattı hayatımda. Kolay değil beni doğuran insan, bu yaşıma kadar sağlıklı bir şekilde ulaştıran... O kadar anlatılası şey var ki, ben yetemem satırlara.

Yazmaktaki amacım asla acıtasyon yapmak veya sitem etmek değil. İnsan gayri ihtiyari etrafında kim kalmış diyerek gözetliyor çevresini bu durumda. Yıllarca dostum dediğin insanlar sanki kayıplara karışmış. Gerçekten beni en büyük yaralayanlar. Bir bakmışım bir gece kapı çalmış ve liseden bir arkadaşım en temiz duygularıyla beni rahatlatmak için çırpınıyor. İşte gerçek hayat bu! Aynı gece kapıyı çalan arkadaşım şöyle bir hikaye anlattı;

"Sahilde yürümeye başlıyorsun. Deniz, kum, güneş.. Yürürken gözüne güzel taşlar çarpıyor. Başlıyorsun toplamaya bir, iki, beş... Tabi bazı taşlar daha çok hoşuna gidiyor kimini boynuna asıyorsun, kiminden bileklik yapıyor ve kimini de cebinde saklıyorsun. Devam ediyorsun yürümeye artık o kadar çok taş olmuş ki kucağında bazıları düşüyor yerlere. Sıkılıyorsun denize atıyorsun taşları. Denize taş atmak o kadar zevkli geliyor ki baktığında taş kalmamış kucağında.

Burada sahil senin yaşamını ve taşlar da arkadaşlarını tanımlıyor. Ne kadar çok arkadaşının olduğu önemli değil, cebindeki ve boynunda taşıdığın asıl taşlar, asıl arkadaşlardır."

Hikaye hatırladığım kadarıyla böyleydi. Bilemem belki kimi zaman yanlış taşı fırlatmışımdır denize, kimi zaman yanlış taşı düşürmüşümdür kucağımdan. Doğru taşı koyamadım cebime diye düşündüm düşündüm... Her an yeni birşey daha öğreniyorum hayatımda acı da olsa.

Benim için dedikleri gibi "metanetli" bir tavırla devam edeceğim hayatıma. Kimseden merhametli bir tavır beklemiyorum. Her ne olursa olsun şu sahilde kaybetmeyeceğim yolumu. Bir gün hiç bir taşım kalmaz, bir gün kuma saplanır çıkmaza girerim. Ama bu beni yıldırmayacak. Bir güç gelir mutlaka beni ayakta tutacak...

Babam ve ablam sizleri çok seviyorum, bu sevgi o denli büyük ki buraya yazmak bile manasız geliyor. Geri kalan hayatımızı en ideal ve mutlu olacağımız şekilde yaşamamız gerek. Bu gerekliliğe çok önem veriyorum çünkü annem ailesinin her zaman mutlu olması için çabaladı. Bizlerin mutluluğu için didindi durdu ve yine mutlu olmamızı ister. Yeni bir sahile yelken açtık artık istemesek de. Yavaşça hayatımızı düzenliyor ve bu düzene ayak uyduruyoruz. Ne olur kendinizi aşırı yıpratmayın.

Yine karmaşık bir yazı oldu. "Ana tema nedir?" bilmiyorum. Fısıldıyorum kendi kendime "Hayat böyle birşey".

18 Mart 2010 Perşembe

Çanakkale Zaferi

Gün boyu her köşe ışıl ışıldı. Bu ışıltı 1915'de "Çanakkale Geçilmez" diyen Türklerin torunlarıydı. Onlar salona sığamadı. Onlar meydanlara da sığamazlar! Nesl-i Asım Ekibini tebrik ediyorum çok güzel bir oyun çıkardılar. Bu yurdun ne zorlukla kazanıldığını tekrar hatırlattılar..

10 Şubat 2010 Çarşamba

Fransız hikayesi

Az önce bloguma ilk gönderiyi girmem gerek diyerekten kısa öz bir yazı yazdım. Ama bu blog olaylarına tamamen fransız kalmış olduğumdan, bir anda bütün yazdıklarım kayboluverdi. Üstelik konu yazmak için neden bu kadar geç kaldımdı. Israrla hala ilk blogu girmeye çalışmam güzel bir ilerleme şimdi...

(Fazla geçmeden derin bir nefes alınır.)

Beni korkutan bu olay meğer bayağı anlamsızmış. Yazdıklarınız zaten otomatikmen taslak olarak kaydoluyor. İşte size yeni başlayanlar için, yeni başlayandan öğütler. Wordpress kullanıcısı gözünden google bloglarının pek bir farklı olmadığını gördüm açıkçası.

Yakın zamanda bloguma daha da ısınmış olurum sanırım. Çömez bir yazardan bir fransız hikayesi okudunuz, okumasaydınız sanırım daha mutlu ve bayılmamış olurdunuz ama olsun :) .

Blogumun hayrını görmem gerek

İlk blogumla karşı karşıyasınız. Bazıları neden bu kadar geç kaldın diye sorabilir, onlarda haklılar. "Bu ihsan neden yazmaz?" , "Neden yazı yazmayı sevmez ?". Bunun cevabını bulmamız için sanırım çocukluğuma, ilkokul yıllarıma dönmemiz gerekecek.

İlkokul zamanı öğretmenimiz haklıdır ki yazı yazmayı öğrenebilmemiz için alfabe öğretecek. Önce "A" harfini öğrendik, sonrasında diğerlerini. Bir insanın bir harfi öğrenmesi kaç sayfasını alabilir ki. Öğretmenin sayfalarcasına karşılık benim bir sayfam duruma isyan ediyordu. Eğer çocuk alfabeyi öğrendiyse neden hala 10 sayfa "A" 10 sayfa "B" yazmak zorundadır hala anlamış değilim. Sanırım öğretmenin kafasındaki "eşitlik" kavramı bu. Benim sayfalarca yazmak istememem sürekli problem yaratmış, beni yazmaktan soğutmuştur. O günden bu güne zorunlu kalmadıkça pek yazı yazdığımı hatırlamam. Ama artık bu değişti işte sizlere bunu kanıtlayan bir de blog.

Sizlere ve bana hayırlı olmasını umut ettiğim bu blogda sizlere yaşantımdaki ufak detaylardan, astronomiden, müzikten ve daha nicelerinden bahsedeceğim. Yorum ve eleştirilerinizi eksik etmezseniz memnun olurum.